25 Aralık 2012 Salı

NEWSWEEK’İ NASIL BİLİRDİNİZ?..



         Dijital’in gelenekselin yerini alması uzun zamandır tartışılan bir konu. Sosyal medya’nın on kaplan gücüne ulaştığı son 1-2 senedir kimilerine göre artık bunu tartışmak bile yersiz. Son dakika haberlerine ve gündemdeki konular hakkında kanaat önderlerinin yorumlarına sosyal medya sayesinde anında ulaşılan bir zamanda geleneksek basın artık bitmiştir çığlıkları yükseliyor dört bir yandan! Ortaya çıkan bazı gelişmeler de bu çığlıkları haklı çıkarıyor doğrusu. İşte son örnek; Newsweek. 1933 yılından beri tüm dünyada dağıtılmakta olan, Amerikan menşeili bu haber dergisi artık basılmayacak. Tamamen dijitale geçme kararı aldılar. Bir nevi teslim bayrağını çektiler. Evet, bir zamanlar Time dergisinden sonra dünyanın en çok tiraj ve reklam gelirine sahip olan dergi şu an hazin bir noktada. Peki Newsweek bu noktaya nasıl geldi? 

         Newsweek, ilk kez 17 Şubat 1933'te yayınlanmaya başladığında rakibi Time 10 yıldır piyasadaydı. İlk çıktığında 10 cent'ten satılıyordu ve tirajı o zaman 50.000'di. 1937 yılında "Today" dergisi ile birleşti ve News-Week olan adını da "Newsweek" olarak değiştirdi. 2003 yılında tirajı 4 milyonu geçiyordu, bunun 2,7 milyonu ABD'de dağıtılıyordu. 1980'lerin ortalarında kendisini rakiplerinden ayıran girişimlerine bir yenisini daha ekleyerek tasarımını değiştirdi ve ayrıca İngilizce dışında bir dildeki ilk versiyonunu yayınladı; Japonca Newsweek. 1990'larda bunu Korece, İspanyolca ve Rusça baskıları takip etti. Bu yıllarda derginin belirli konulara ayrılmış özel sayıları da yayınlanmaya başladı (Yılın önemli olayları vb gibi). Yine 1990'larda içeriğini yılda 4 kez CD-ROM'larla dağıtan ilk dergi oldu. 1994'te dergiye online erişilebiliyordu. 1998'de web sitesi üzerinden tüm arşivlerine erişmek mümkün oldu. Yüzyılın sonuna gelindiğinde derginin Atlantik, Asya, Avustralya ve Latin Amerika olmak üzere 4 ayrı İngilizce baskısı yapılıyordu. Ayrıca Lehçe ve Arapça baskıları da eklenmişti. 

         Bir çok yeniliğe imza atan ve alanında tartışmasız en başarılı örneklerden biri olan Newsweek’in tirajı 2008 yılında hala yaklaşık 4 milyondu. Ancak sadece dört yıl içinde bu tiraj eridi eridi eridi ve 1.5 milyon seviyesine geldi. Bunun sebebi Newsweek’in haber ve içerik kalitesinin bozulması vs. değildi elbette. Bunun tek bir sebebi vardı; sosyal medya. Genel olarak orta ve üst gelir segmentinde yer alan okuyucu kitlesi olan Newsweek, bu açıdan elbette şanssızdı. Çok fazla dayanamayacağı aşikardı. 1933′den beri tüm dünyada dağıtımı yapılan dergi için planlanan değişim, The Newsweek Daily Beast Company’nin kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Tina Brown tarafından The Daily Beast’in internet sayfasından duyuruldu. Kararın “baskı ve dağıtımın çetin ekonomik koşullarıyla ilgili olduğunu” söyleyen Brown, adı Newsweek Global olacak dünya çapındaki yeni bir internet sitesine ücretli abonelik yoluyla ve tablet bilgisayarlarla ulaşılacağını söyledi. Derginin aylık ipad aboneliği 2.99 dolar olacak. Newsweek son basılı sayısını 31 Aralık 2012 günü yayınlayacak. Koleksiyonerler için altın değerinde olacağına inandığım bu sayının kapağı gerçekten çok ironik. Twitter’a dolayısıyla sosyal medyaya gönderme yapılarak #LASTPRINTISSUE denilmiş. 

         Sonuç olarak Newsweek, basılı yayınların elektronik yayınlar karşısındaki yok oluşlarının en önemli kilometre taşlarından ve sembollerinden biri oldu. Dijital devrim önüne geleni yıkıp geçiyor, engel tanımıyor. Gazeteler/dergiler dijitalden ne kadar gelir elde edebilir? Sosyal medya karşısında ne kadar ayakta kalabilir? Bu soruların cevapları hala meçhul. Ancak benim bu sorulara bulabildiğim en mantıklı cevaplar şunlar;

         - Dijital kanallara uygun içerik üretilmeli. 

         - Dijital kanallar iyi iç görülerle kullanılmalı. 

         - Bir sosyal medya kullanıcısı gibi hareket edilmeli (sağduyuyu yitirmeden) 

         - Sosyal medyanın güven vermeyen son dakika haber anlayışı, geleneksel medyanın daha güven veren süzgeçten geçirilerek verilmiş haber anlayışıyla tolere edilmeli. 

         Son not: Türkiye’de basılı gazete/dergi’nin sonu için öngörülen yıl 2036. Öyle olur mu olmaz mı? Bu da başka bir yazının konusu.





19 Aralık 2012 Çarşamba

Şu Reklam Dünyası Yalan Dünya!



         Avrupa Yakası dizisi Gülse Birsel'in çıraklık eseriyse, Yalan Dünya da ustalık eseri.  Tabi bence. Bir çok Avrupa Yakası hayranı, Yalan Dünya'yı beğenmeyip kıyasıya eleştirmekte. Gerçi Avrupa Yakası'nı beğenenler de homojen bir grup sayılmazlar. Ata Demirer'li Avrupa Yakası'nı beğenenler var, Burhan Altıntop'lu dönemi beğenenler var vs. Neyse konumuz bu değil. Konumuz Yalan Dünya'yı ne kadar beğendiğim, en sevdiğim dizi olması vb. de değil. Konumuz, zekasına her zaman hayran olduğum Gülse Birsel'in yarattığı harika karakterlerle reklam dünyamıza yaptığı katkılar. 

         Yalan Dünya, yayınlanmaya başladığı zamandan beri her zaman reytingleri iyi giden bir dizi olmasına rağmen, öyle hiç bir zaman ortalığı sallamadı. Bu toplumda bir Kurtlar Vadisi, bir Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Bir Aşk-ı Memnu etkisi yaratmadı. Ancak kendi içinde öyle karakterler yarattı ki, son bir yıldır dizinin bir çok oyuncusunu (üstelik dizideki karakterleriyle) reklamlarda seyrediyoruz.

         Bu furya dizinin en parlak oyuncularından Bartu Küçükçağlayan'ın canlandırdığı Orçun karakteriyle Eti Popkek Goa reklamında arz-ı endam etmesiyle başladı. Dizide dağınık bir karakteri canlandıran Orçun ile dağınık çikolata olarak lanse edilen Canga'nın yollarının kesişmesi bence daha mantıklı bir seçenekti. Ancak Canga'nın zaten goril gibi harika bir karakteri var. Yıldızı oldukça parlayan Orçun karakterini kaptırmamak için aceleyle verilmiş bir karar olabilir bu. Belki de çok bilinçli verilmiş bir karar. Sonuçta kek, gençlerin en az tükettiği hazır gıda maddesi. Kek yemeye direnen gençleri belki Orçun tavlar.




         Bence dizinin en başarılı oyuncularından biri olan eski reklam yazarı Gupse Özay'ın canlandırdığı Nurhayat Karakaş karakteri Dacia'ya büyük bir ilham vermiş olacak ki, kendisiyle uzun soluklu bir kampanya yürütmekteler. Motto'su "Kolay ulaşırsın, zor vazgeçersin" olan ve ucuz otomobiller satarak piyasada kendisine yer edinmek isteyen Dacia, derdini para ve lüks düşkünü Nurhayat ile anlatarak tüketicisini tavlamayı başardı. Bunu ben söylemiyorum rakamlar söylüyor. Kampanyadan sonra özellikle iddialı olduğu Kompakt SUV kategorisinde Dacia (Duster) ikinci sıraya yükseldi.* 




         Dizinin Şeyhmus Kocabaş'ı Altan Erkekli'yi bir kaç ay önce A101 reklamında görmüştük. Dizide; muhafazakar değerleri sahiplenen tipik İç Anadolu tüccarı olarak gördüğümüz Şeyhmus Kocabaş, muhafazakar değerlere sahip A101 tüketicisi için harika bir rol model bence.


      

         Dizinin kardoları (!) Emir (Sarp Apak) ve Bora (Öner Erkan) Nescafe tarafından kapıldı. Genç ve şehirli bir kitleye seslenen, marka değer önerisi arkadaşlık olan Nescafe, bence yıllardır aradığı kalıcı reklam yüzlerini bu ikiliyle buldu. Bir ondan bir bundan anlayışıyla sürdürülen reklamlar Nescafe'ye hiç yakışmıyordu ---Belki de markanın uluslararası reklam stratejisi budur. Olabilir tabi.---




         Yaklaşık 1 ay önce Selahattin Çakaler karakteriyle dizideki en başarılı oyunculuklar birini gerçekleştiren, benim geleceğin Şener Şen'i olarak değerlendirdiğim Olgun Şimşek'in rol aldığı TEB reklamları geldi ekranlarımıza. Dizideki çapkın, metres düşkünü ve üçkağıtçı karakteri zihnimize yerleşen Selahattin Çakaler'in, reklamda bir banka memuresiyle olan diyalogları pek çok insanı oldukça rahatsız etti. Reklamın yayından kaldrılması için imza kampanyası bile düzenlendi. Ben yine de Selahattin Çakaler'in, KOBİ ve küçük esnafa ulaşmaya çalışan bir banka için çok yanlış bir karakter olduğunu düşünmüyorum.


 


         Veee dizinin yaratıcısı Gülse Birsel... Garanti Bankası'nın reklam yüzü oldu. Niye diye sormak istiyorum buradan kendisine naçizane olarak. Yıllık 1 milyon dolarlık anlaşma mı tavladı sizi. Sanmıyorum. Belki biraz eğlenmek istediniz. Ama bence olmamış. Bir zorlama var sanki. İçime sindiremedim. Uzun soluklu bir kampanya olacağı için tabi ki ilerleyen zamanlarda daha doğru bir yorum yapılabilir.


         
         Son tahlilde, bilinçli olarak böyle etinden sütünden faydalanılacak karakterler yaratan Gülse Birsel'i, bu karakterlere can veren oyuncuları ve bu karakterlerden faydalanmayı bilen markaları tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum




         * Ekim 2012 satış rakamları.









13 Aralık 2012 Perşembe

YARATICILIĞIN SONUNU İNTERNET Mİ GETİRECEK




         Michael Chricton’un The Lost World (Kayıp Dünya) romanından alınma bir paragrafı paylaşmak istiyorum.

         Romanda Malcolm adlı karakter siberalem aleyhine ateşli ve karamsar bir konuşma yapar ve herkesin birbirine bağlı olduğu bir dünyanın yaratıcılığın, inovasyonun ve evrimin sonunu getireceğine dikkat çeker.

        "Tüm dünyanın bir telle  birbirine bağlanması fikri kitlesel ölümle eşdeğerdir. Her biyolog en hızlı evrimin tecrit durumdaki gruplarda olduğunu bilir. Bin tane kuşu okyanusta bir adaya koyduğunuzda çok hızlı evrim geçirirler. On bin kuşu büyük bir kıtaya koyduğunuzda evrimleri yavaşlar.Bizim türümüzde ise evrim çoğunlukla davranışlarımız aracılığıyla gerçekleşir. Uyarlanmak için davranışlarımızı yenileriz. Ve yeryüzündeki herkes, yenilenmenin sadece küçük gruplarda gerçekleştiğini bilir. Üç kişilik bir heyet oluşturduğunuzda onlara bir şey yaptırabilirsiniz. On kişiyle bu iş daha güçleşir. Otuz kişiyle hiçbir şey olmaz. Otuz milyonla ise imkansız hale gelir. Bu kitlesel medyanın etkisidir ve herhangi bir şeyin olmasını engeller. Kitlesel medya çeşitlilikleri bastırır, her yeri aynılaştırır. Bangkok, Tokyo ya da Londra hepsi aynıdır: Bir köşede Mc Donald’s, diğer bir köşede Benetton, yolun karşı tarafında Gap mağazası vardır. Bölgesel farklılıklar kaybolmuştur. Kitlesel medya dünyasında zirvedeki on kitap, on albüm, on film ve on fikir dışında her şey özürlüdür. İnsanlar yağmur ormanlarındaki canlı türlerinin çeşitliliği kayboluyor diye kaygılanıyor. Peki ya bizim en gerekli kaynağımız olan entellektüel çeşitliliğe ne olacak? Entellektüel çeşitlilik, ağaçlardan daha hızlı yok oluyor. Ama onu hesaba katmadığımız için, şimdi beş milyar insanı beraberce bir siberaleme yerleştirmeyi planlıyoruz. Bu, türlerin tamamını donduracak. Her şey birden bire duracak. Herkes aynı zamanda aynı şeyi düşünecek. Küresel tekdüzelik…"

         Malcolm, belki de çok uç görüşleri olan keskin bir karakter. Anlattıklarının bir kısmı olayı ajite edip dikkat çekmek için yapılmış bir abartı olsa da haklı olduğu noktalar da yok değil. Siberalem'in insanlığa kattıklarının yanında insanlıktan götürdüklerini de tartışmazsak o katkılardan doğru düzgün faydalanamayız.

         Yaratıcılığı körüklediğini düşündüğümüz internet acaba tam tersine yaratıcılığımızı köreltiyor mu? Daha çok bilginin daha çok yaratıcılık getirdiği bir yanılgı mı yoksa?.. Kopya çekmenin meşru olduğu bir çağdayız. Yapılan hiç bir şey gizli kalmıyor. Eskiden Lurzer's Archive'den kopya çeken reklamcılarımız şimdi çok daha kolay yoldan; Ad's of the World'den kopya çekiyor. En orijinal bulduğumuz fikirlerin bile daha önce yapılmış olması bizi sükut-u hayal'e uğratıyor. Uğratmasın. Siberalem'in çocukları olarak biliyoruz ki, artık tüm dünyada "aklın yolu bir."

         Herkesin aynı anda aynı şeyi düşüneceği bir duruma doğru mu gidiyoruz buna çok emin değilim. Bu çok basit ve kaçamak bir tespit olur. Ben, bahsettiğim her türlü olumsuzluğa rağmen, insan var oldukça yaratıcılığın da var olacağını düşünüyorum (düşünmek istiyorum) az ya da çok...









9 Aralık 2012 Pazar

ÜNLÜ ÇEK SANTRFOR GALOŞ



         Çek teminatı vermeyi bir sms kolaylığına indirgeyen İş Bankası, bu uygulamasını çok iyi bir reklam filmiyle haftalardır bizlere duyuruyor.

         Bir kere hizmet mükemmel. Karşılıksız çek, özellikle küçük esnaf ve KOBİ'ler için hala büyük bir sorun. Güvensizliği ortadan kaldırmak için araya Türkiye'nin en büyük bankalarından birinin girmesi bütün sıkıntıyı çözer. İş Bankası'nın yaratıcı ajansı Medina Turgul DDB, bu işi anlatmak için mizah yolunu seçmiş. Ama bence gayet stratejik bir mizah yolu bu. Hedef kitlenin küçük esnaf ve KOBİ'lerden oluşan erkekler olduğunu dikkate alırsak reklamdaki hikaye daha da cazip hale geliyor.

         Reklamda, kullanılan Çek santrfor esprisi çok hoş. Taraftarına şirin gözükmek amacıyla transfer yaptığı çok belli olan tipik Anadolu Kulübü Başkanı tiplemesi de takdire şayan. Fakat bence reklamdaki en iyi cast Çek santrforun tercümanını oynayan kişi. "Çek kabul etmiyor" cümlesini arka arkaya iki kere söyleyişi harika. Zaman kazanmak için bazı şeyleri tekrar edip duran tercüman esprisini yakalayan reklam yazarını da unutmamak lazım tabi. Başından sonuna mizah dolu reklamın son sahnesinde top bile sektiremeyen Galoş'u hayal kırıklığıyla izleyen kulüp başkanının mimikleri de altın vuruşu yapıyor. Usta reklam yönetmeni Umur Turagay'ın oyunculuk yönetimi de reklamı baştan sona sıkılmadan izlememize olanak tanıyor.

        Bu reklamın stratejisi için yapılabilecek belki de tek eleştiri, böyle USP (Uniqe selling proposition) sahibi bir hizmeti mizahi bir yolla anlatıp değerini düşürme ihtimali olabilir. Fakat ben bu eleştiriyi bile içime sinerek yapamıyorum.








         Ajans: Medina Turgul DDB

         Yapım Şirketi: PTT Film

         Yönetmen: Umur Turagay

         Sanat Yönetmeni: Burak Yerlikaya





4 Aralık 2012 Salı

BU MUDUR TURKCELL STYLE?




          Uzun zamandır merak içindeydim, aylardır dünyayı kasıp kavuran, adeta 90'lardaki Macarena etkisini yeniden yaşatan, Koreli'lerin dünyaya armağanı (!) Gangnam Style parçasını hangi güzide markamız reklamında kullanacak acaba diye? Sonunda o güzide markamızı öğrendik; Turkcell...

          Ben bu şarkının hep bir hazır gıda ürünüyle birlikte güzel gideceğini düşünmüştüm, hala da fikrim değişmedi. mesela bir Eti Canga'ya çok daha yakışmaz mıydı bu şarkı. Tabi bu şarkının telif hakkını almak da öyle her markanın harcı değil. Madem bastın parayı aldın telif hakkını, biraz daha özenilseydi keşke.

         Turkcell, genel imaj ve promosyon reklamlarını Alametifarikaya, Gençturkcell reklamlarını Manajans'a, Hazır Kart reklamlarını ise Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi'ye yaptırıyor. Bu da bir Hazır kart reklamı olduğundan, yaratıcı ajansı Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi. Hazır Kart'ın hitap ettiği düşük sosyo ekonomik statü sahibi kitle göz önüne alınarak, işin estetik kısmına pek özenilmemiş. Berbat giyimli bir adam, disco gibi bir ortam, ne yaptığı belli olmayan manken kızlar vs. "Şarkı olsun da gerisi önemli değil. Millet şarkıyı dinlemekten o detaylarla mı ilgilenecek" havasındalardı muhtemelen. Madem öyle neden mesajını, promosyonunu şarkının sözlerine yediriyorsun? Şahsen ben müziğin ritmine takılmaktan, o sözlere pek adapte olamadım. Benim gibiler de anlasın diye sözleri altyazıyla da vermişler gerçi sağolsunlar. O zahmete girip okursam mesajı alırım inşallah!

         Daha sivri bir tip söylemeliydi o şarkıyı. Çok fazla ünlü olması da gerekmezdi. Ama öyle bir tip olmalıydı ki kendine dikkati çeksin, insanları konuştursun, günlerce gazetelerin magazin eklerinde hakkında sabun köpüğü haberler yapılsın, Hürriyet Pazar'da Ayşe Arman onunla röportaj yapsın... Bu açıdan bakınca tam Alametifarikalık bir işmiş aslında. Hatta paraya iyice kıyıp, şarkının orjinalini söyleyen Kore'li abimizi oynatacaktın. Adam zaten dansı yapmaya alışık. Çekimi 1 gün sürerdi, gecesine Beyaz Show'a katılırdı. Ertesi sabah Swiss Hotel'den ayrılıp dönerdi memleketine. Biz de 1 hafta onu konuşurduk.

         Geçti artık. Bu şarkının Türkiye'de tek atımlık bir barutu vardı, o da Turkcell tarafından böyle etkisizce kullanıldı. Kişi başına 12,3 geyik malzemesi düşen sosyal medyada bile yeterince üzerinde durulmadı.

         Geçmiş olsun. Önümüzdeki hit şarkılara bakacağız artık...







         
       

27 Kasım 2012 Salı

FOTOKOPİ MAKİNESİ MR ÇEKER Mİ?






      TBWA\İstanbul’un Anadolu Sigorta için hazırladığı, MR, tomografi gibi yüksek tanıları da kapsayan “Sağlıkta Fırsat Poliçesi” reklam kampanyası yaklaşık 2 haftadır yayında. İki filmden oluşan kampanyada, MR’ı ve tomografiyi ucuza getirmeye çalışan insanların komik hikayeleri anlatılıyor.


      Tv ayağı 2 reklam filminden oluşan kampanyanın bir filminde, parası yetmediği için MR çektiremeyen bir adam bu işi ucuz yollu bir şekilde halletmenin yolunu sahafta kafasının fotokopisini çektirmekte buluyor.

      İkinci filmde ise aynı sorundan muzdarip bir başka adam, farklı bir çözümle karşımıza çıkıyor. Havaalanı'nda X Ray cihazını görünce ampül yanıyor kafasında! Kim demiş X Ray cihazında tomogrofi çekilmez diye? Arka cepteki çakmağı bile gören cihaz hastalığı mı teşhis edemeyecek?..

     Yönetmenliğini Autonomy’den Uygar Kutlu’nun yaptığı reklam filmlerinin ilki Kadıköy Moda Sineması Pasajı’ında eski bir sahafta, ikincisi ise Sabiha Gökçen Havaalanı’ında iki günde çekilmiş.

     Kampanya, hastalıktan çok MR’dan korkan bir adamı anlatan radyo spotunun yanı sıra basında da yer alıyor.

     Şu anda sağlık poliçelerinde en önemli sorun; kapsanmayan tanı testleri. Bu tanı testleri de oldukça pahalı. Herkesin yaptırmaya imkanı yok. Ama bir sigorta şirketi biz bu testleri de kapsıyoruz derse, işler değişir. Böyle düşününce reklam stratejisinin ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz.

     Ben bu kampanyaya bayıldım. Ne eksik ne fazla; mükemmel iş. Kıskandığım işler arasında sağlam bir yer edindi...
















21 Kasım 2012 Çarşamba

ÜLKER'İN KOMİLİ İLE İMTİHANI





            Komili'nin öyküsü 1878 yılında Midilli adasında başlamış. O yıllarda ada Osmanlı toprağı. Komi'li Hasan, Midilli adasında sabun ve zeytinyağı üreterek geçimini sağlamaktaymış. Aile, Lozan Anlaşmasından sonra Ayvalık'a göç etmiş ve Komili'nin öylüsü burada devam etmiş.

            Marka kavramının daha sözkonusu bile olmadığı o yıllarda, "kalitesiz ürünle tüketiciyi bir kez kendini ebediyen kandırırsın" diyerek yola çıkan Komi'li Hasan kuşaklar boyu sürecek çok sağlam bir marka yaratmış.


            Komili’yi hepimiz zeytinyağı markası olarak biliriz. Ancak Komili, 1995 yılında Unilever tarafından satın alındığından beri sabun, şampuan gibi farklı ürün gamlarında sahneye çıkmaya başladı. 2008 yılında Unilever, Komili’yi satmaya karar verdiğinde, Anadolu Grubu ve Ülker satın almak için büyük bir yarışa girdi. Kazanan Anadolu Grubu oldu. Fakat çok süre geçmeden Ülker Grubu az da olsa istediğini aldı. Yapılan anlaşmaya göre Komili zeytinyağı Anadolu grubunda kalacak, fakat diğer bütün ürünlerin hakkı Ülker Grubuna geçecekti. 


            Ülker, bir süredir Komili markasını parlatmak için çaba sarf ediyor. İşin iletişim çalışmaları kısmı eksik kalsa da Ar-Ge konusunda bir hayli çalışkanlar. Ülker Grubuna ait Komili ürünleri: Şampuanlar, duş jelleri, sıvı sabunlar, katı sabunlar, bebek ürünleri, çocuk ürünleri, kağıttan mamül havlular, peçeteler, tuvalet kağıtları ve mendiller... Ürün yelpazesini geniş tutmak Ülker Grubunun alameti-farikası ancak tüketicinin kafası karışık. O hala Komili’yi zeytinyağı olarak biliyor ve öyle kullanıyor. Komili tuvalet kağıdını görünce “nasıl yani zeytinyağlı tuvalet kağıdı mı olur?” diye düşünüyor. Şampuan ve duş jeli zeytinyağlı olmak kaydıyla bir şekilde kabul edilebilir (kaldı ki zeytinyağlı olmayan bir sürü çeşitleri var.) fakat diğer ürünler biraz zorlama sanki.

            Böyle bir ürün genişlemesi bana çok mantıklı gelmiyor. Ancak tahmin ediyorum ki, Ülker Grubu bunlarla sınırlı kalmayacak. Daha da ötesi, Anadolu Grubu "benim marka imajıma zarar verecek kadar genişleyemezsin" şeklinde bir tepki de vermeyecek. Komili markası iyice sündürülecek.

            Bu durum zekice dizayn edilmiş bir reklam kampanyasıyla tabi ki tolare edilip, tüketicinin gözünde mantıklı bir noktaya çekilebilir. Ülker Grubunun böyle bir planı olup olmadığını bilmiyorum ama olması gerekli.

            Bütün bu yorumları, satış rakamlarını bilmeden yaptığımı belirtmeliyim. Belki de, satışlar çok iyi. Ülker grubunun raflarda öyle sarsılmaz bir krallığı var ki, bu çok büyük bir avantaj. İsterse ürününü tüketicinin gözüne gözüne sokabilir, fiyat kırarak insanları alıştırabilir vs. Belki de bunları yapıyor veya planlıyorlar. Kim bilir...








        




9 Kasım 2012 Cuma

UCUBE ASLAN'I KURTARMA ÇALIŞMALARI




         Ülkemizin, saygın ve simge bankalarından Oyak Bank 2007 yılında Hollondalı ING Bank'a satıldığında bu durum  ekonomi ve siyaset çevrelerinde epey bir tartışılmıştı. ING Bank tabi ki bilinmeyen bir marka değil. 50'den fazla ülkede faaliyet gösteren bir finans grubu. Benelux pazarında birinci sıradalar. Dünyadaki en büyük 20 finans grubu arasında kendilerine yer buluyorlar. Ayrıca dünyada en bilinen markalar sıralamasında ilk 100'deler. Global sloganları: Doing well by doing right. Hatırlayalım Oyak Bank'ın da sloganı şuydu "İyiler mutlaka kazanır." Bu açıdan da bir uygunluk söz konusuydu.

         Tabi ki bizler için önemli olan ING Bank'ın yaptığı ve yapacağı iletişim çalışmaları. ING Bank ilk olarak Bir Kadın Bir Erkek dizisinden tanıdığımız Emre Karayel ve Demet Evgar ile çıktı karşımıza. İkilinin dizideki karakterleriyle rol aldığı reklamlar için sadece 'tebessüm ettirdi' deyip geçebiliriz. ING bu kampanyadan beklediği performansı elde edememiş olacak ki bambaşka bir yöne doğru gitti. Logolarındaki aslanı canlandırmak, bu aslanı reklam kampanyasının esas figürü haline getirmeyi tercih ettiler. Aslında çok zekice. Baştan beri yapmaları gereken de buydu bana kalırsa. Logosunda kraliyet aslanı gibi asil bir hayvanı barındıran kaç tane marka var ki dünyada. Gel gelelim, yaratılan aslan bir garip. 2.5 metre uzunluğunda, turuncu, hayatımda gördüğüm en korkunç aslan. Bariz bir kafa anomalisi var, ürkütücü bakışları, anlaşılmaz mimikleri var. Bu aslanın yaratıcı fikri Ultrarpm reklam ajansı tarafından geliştirilmiş. Tasarımı Portekiz'li sanatçı Jose Alves da Silva imzasını taşıyor. Karakterin 3D üretimi ise Hollywood yapımlarına karakterler üreten, İsveçli dünyaca ünlü Effect Studio tarafından animatronics tekniği ile altı haftada gerçekleştirilmiş. Ne para vermişlerdir bunun için!






         Açık hava ilanlarında bir hayli dezavantajı var. Yolda yürürken aniden karşıma böyle maymun irisi bir aslan çıkması pek de hoşuma gitmiyor doğrusu. Reklam filmlerinde belki bu açıkları kapatırlar diye düşünürken bir kaç ay önce ilk film çıktı karşımıza. Aslan garip, film daha da garip. Evin babasına sapıkça notlar bırakan, sadece çocuklar tarafından görülen, konuşmayan ama dans eden bir yaratık vardı filmde. Çok tepki aldıklarını tahmin ediyorum. O yüzden geçtiğimiz hafta yayınladıkları yeni reklamda gördük ki, aslanı biraz düzeltmeye çalışmışlar. Yeni aslanın göz anomalisi, iğrenç sarı dişleri ve keskin tırnakları yok. Yüzünde daha sakin bir ifade var. Hafif bir gülümse ve babacan bir ses eklenmiş. Ama tüm bunlar bile durumu kurtarmaya yetmemiş kanaatimce. Bir de reklamda Acun Ilıcalı var. Acun, daha bir kaç ay önce "Halden anlamak" temalı Vakıfbank reklamında oynamamış mıydı? Demek ki ya Vakıfbank Acun'un halinden anlamamış, ya da Acun Vakıfbank'ın!






         Sonuç olarak, naçizane fikrim bunun başarısız bir kampanya olduğu. Artık ajans prestiji için daha çok kafa patlatacak belli ki. Ancak bence bu ölü doğmuş bir kampanya. Daha fazla ısrar etmek ajansa emek, markaya para kaybettirmekten başka hiç bir işe yaramaz.

         Not: Bu aslan'ın bir de Avustralya versiyonu var. Aman aman. Bizimkinden korkunç. Onu görünce bizimkisi gözüme sevimli gelmeye başladı.






4 Kasım 2012 Pazar

İŞ BANKASI BALTAYI TAŞA VURDU



         Reklamda her şeyin mübah olmadığını düşündüğüm için bazı reklamlar beni oldukça rahatsız ediyor. Son günlerde yayında olan ve beni oldukça rahatsız eden bir örnek böyle bir şeyi hiç beklemeyeceğim bir marka olan Anadolu Hayat Emekliliğe ait. TBWA İstanbul tarafından yaratılan reklam bir Anaokulunda geçmekte. Sahnedeki öğretmen "Sayın veliler, şimdi de Anaokulumuzun meslekler geçidi" diyerek sahneyi çocuklara bırakıyor. Mikrofonun başına ilk olarak doktor önlüğü giymiş bir kız çocuğu geliyor ve "Büyüyünce ben doktor olacağım. Hastalarıma bakacağım" diyor. Arkasından astronot kıyafetiyle gelen erkek çocuk "Ben astronot olacağım. Uzaya çıkacağım" diyor. Ardından kucağında bebekle tam bir ev hanımı kılığına bürünmüş kız çocuğu "Ben anne olacağım. Çocuklarıma bakacağım" diyor. Hemen ardından mikrofonun başına gelen havalı erkek çocuk ise elleri cebinde rahat bir tavırla "Ben büyüyünce emekli olacağım. İşe gitmeden para kazanacağım. Keyfime bakacağım." diyor. Çok matah bir şey söylemiş gibi de bütün veliler onu ayakta alkışlıyor. Reklam bitti sanırken, "ev hanımlığı" idealindeki kız çocuğu tekrar sahneye atılıp "Ev hanımları da emekli olabilir bir kere. Ben de emekli olacağım" diyerek son tüyü dikiyor!

         Şimdi bazı rakamlar vermek istiyorum. Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) 2012 Küresel Cinsiyet Uçurumu raporuna göre Türkiye 135 ülke arasında 124. sırada. İçinde bulunduğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ise sonuncu durumda. Aynı raporun "kadınların ekonomik hayata katılımı ve fırsat eşitliği" başlığında ise 129. sırada yer alıyoruz. Kadınları eğitime erişimi sıralamasında ise 108. sıradayız. Son olarak kadınları siyasi hayata katılımında 98. sırada yer buluyoruz.

         Yukarıda belirttiği rakamlar üzerine uzun uzadıya yorum yapmak bu blog'un konusu değil. Ancak sadece bu rakamları vermek dahi derdimi anlatmama yetiyor diye düşünüyorum. Kadınların iş hayatına katılım oranının bu kadar düşük olduğu bir ülkede bir kız çocuğunun hayalini ev hanımlığı olarak göstermek, bu reklamı izleyen yaşıtlarına bunun güzel bir şey olduğu imajını vermek, Atatürk'ün kurduğu İş Bankası'nın bir kuruluşu olan Anadolu Hayat Emekliliğe yakışıyor mu? Üstelik Atatürk'ün en büyük hedeflerinden biri kadınlarımızın tıpkı muasır medeniyetlerdeki gibi sosyal ve ekonomik hayatın içinde en az erkekler kadar rol almasını sağlamak olduğu halde... Erkek çocuğun en büyük idealinin de işe gitmeden para kazanacağı bir hayat olması da cabası. Tembelliğe övgü, ülke olarak ihtiyaç duyduğumuz şeyler sıralamasında nerededir acaba?!

         "Alt tarafı bir reklam amma abartmışsın be kardeşim" diyenlere saygı duyarım. Fakat, ülkesinin geleceğinden kaygılı bir birey olarak, "iş hayatına katılmayan kadın ve işe gitmeden para kazanan erkek" imgesinin daha dimağları taptaze olan çocuklarımızın bilinçaltına yerleşmesine bile tahammülüm yok!


















REKLAMIN KÜNYESİ
Reklamveren: Anadolu Hayat Emeklilik
Reklam Ajansı: TBWA\ISTANBUL
Kreatif Direktör: Emre Kaplan
Yaratıcı Ekip: Kerim Gürsel, Şükran Genç, Doğu Göcük
Marka Grubu Ajans Başkan Yardımcısı: Burcu Özdemir Kayımtu
Marka Direktörü: Güler Balta
Marka Yöneticisi: Denizhan Çakıl
Marka Temsilcisi: Yunus Emre Kayaalp
Stratejik Planlama Ajans Başkan Yardımcısı: Toygun Yılmazer
Stratejik Planlama Direktörü: Tuğyan Çelik
Stratejik Planlama: Nisan Danışman
Ajans Prodüktörü: Ceyda Kayaçetin Schulte
Prodüksiyon Şirketi: Depo Film
Yönetmen: İlkay Kopan
Post Prodüksiyon: İmaj
Müzik: Ömer Ahunbay
Kullanılan Mecralar: Televizyon, basın, radyo, internet






18 Ekim 2012 Perşembe

İYİ FİKRİ KAÇIRMA, PİŞMAN OLURSUN




          Elektro World'ün son promosyon kampanyasını çok beğenenlerdenim. Genelde promosyon kampanyaları ruhsuz, soğuk ve sevimsiz olur. Marka bir an önce promosyon bilgisini vermek ister ama dostlar alışverişte görsün mantığıyla araya stratejiden, fikirden yoksun bir takım yaratıcılıklar (!) serpiştirilir. Ama Elektro World, son promosyon kampanyasında bildiğimiz bu kalıbın dışına çıkmış. Aslında mantık yine aynı. Yani, kısa bir yaratıcı bölüm var, arkasından gelen promosyon bilgisi de var. Diğerlerinde farkı ne peki? Tabi ki Fikri...

         Hepimizin, sonradan hatırladığımızda pişman olduğumuz ihmalkarlıklarımız vardır. O derece üzülürüz ki, "bir daha başıma gelse asla aynı şekilde davranmam" diye düşünürüz. İşte, Elekro Worl'ün yaratıcı Ajansı Happy People Project bu içgörüden yola çıkmış. Yıllar sonra hatırlandığında büyük pişmanlık duyulan tarihi olaylardan esinlenerek hazırladıkları "Tarihi fırsatları kaçırma! Pişman olursun" promosyon kampanyasıyla, Elektro World'ün cazip indirimlerine dikkat çekmişler. Kampanya kapsamında hazırlanan "Bizans İmparatoru", "Kaka" ve "Einstein" filmleri tüketiciye, Elektro World'teki fırsatları kaçırması durumunda yaşayacağı kaybın ne kadar büyük olacağını esprili bir dille anlatıyor.

         Özellikle, elektronik market piyasasının en büyük oyuncularından Media Markt'ın, Tv'de çıkınca kanal değiştirten reklamlara sahip kampanyasını da dikkate alırsak Elektro World'ün bu kampanyası için olmuş, hatta harika olmuş diyebiliriz. Kısa, öz ve derdini net anlatan işler her zaman daha avantajlıdır. Derdini kısa, öz ve net anlatacak fikirler bulmak ise her reklamcının harcı değildir. Bunu başaran, son dönemin gözde yerli ajanslarından biri olan Happy People Project'in stratejistlerini ve yaratıcılarını tebrik etmek lazım.

        İlgilenenler için kampanyanın künyesi:


Reklamveren: Electro World
Reklamveren Yetkilisi : Can Emci, Sinem Şanda, Ece İşci
Reklam Ajansı : Happy People Project
Yaratıcı Ekip : Yaşar Akbaş, Atilla Karabay, Tuğçe Kadıoğlu, Yasin Yaylı, Efe Kaptanoğlu, Mert Sönmez
Müşteri İlişkileri : Orçun Onural, Burcu Erenkuş, Özge Tuygur, Gülru Talayman
Strateji : Emel Göker, N. Özlem Akbaş
Prodüksiyon Şirketi : Jaguar
Yönetmen : Emre Akay
Kullanılan Mecra : TV, basın, outdoor


 

14 Ekim 2012 Pazar

SERDAR ERENER BALI




         Evet gerçekten var böyle bir bal türü. Serdar Erener'in Türkiye'nin en başarılı reklamcılarından biri olduğunu inkar etmek için söylemiyorum bunu. Aksine, çoğu zaman insanın kendi şansını kendisinin yarattığını düşündüğüm için, emeğin ve başarının şansı da beraberinde getirdiğine inandığım için söylüyorum.

         Geçtiğimiz hafta "milli gururumuz" Türk Hava Yolları'nın reklam filmi tüm Tv kanallarında aynı anda ekranlarımıza geldi. THY'nin dünyanın en fazla ülkeye (90 ülke) uçan havayolu şirketi olduğunu anlatan, bunu anlatmanın yolunu da dünyanın dört bir yanındaki insanlara İstiklal Marşımızı çaldırmakta bulan Alametifarika Reklam Ajansının hazırladığı reklam, daha şimdiden son yılların en çok konuşulan reklamı olarak aklımıza kazındı. Serdar Erener'in esas "alametifarika"sı bu değil midir zaten? Markasının hep yüksek sesle konuşmasını/konuşulmasını isteyen işadamlarının favori reklamcısıdır Serdar Erener. Yine öyle oldu. Bir reklam yaptı ve günlerdir konuşuyoruz.

          Reklamı ilk izlediğimde açıkçası soğuk bakmıştım. Reklamlarda milliyetçilik öğesinin kullanılmasını sevmediğimden eleştirmiştim de. Ancak daha sonraki izleyişlerimde reklamın estetik boyutu ilgimi çekmeye başladı. Muazzam bir yönetmenlik ve post prodüksiyon var reklamda. Yönetmen Bertan Başaran'a ve PTT Film ekibinin emeklerine sağlık. Yine de bu reklamın yurtdışında gösteriminin sıkıntılı olacağını düşünüyordum. Sonuçta çalınan milli bir marş. Empati kuralım. Yunan Hava Yolları bu başarıyı yakalasaydı ve reklamında bir Türk'e Yunan milli marşını çaldırsaydı, bu reklam da Türk Televizyonlarında yayınlansaydı ne tepki verirdik? Ancak Serdar Erener'in açıklamasıyla durum netleşti. Reklam yurtdışında bu haliyle yayınlanmayacak. Aynı insanlara "We are Turkish Airlines. We are globally yours" jingle'ı çaldırılmış. Yurt dışında o şekilde yayınlanacak. Mantıklı. Yani bu reklam, tamamen Türk halkının gururunu okşamak için yapılmış, Türk'ün Türk'e propagandası şeklinde özetleyebileceğimiz bir iş.

          Yazının başlığındaki bal nereden geliyor peki? Şuradan geliyor efendim; Serdar Erener'in en önemli kampanyaları hep konjonktürle uyumlu oluyor. Suriye'yle yaşadığımız gerginlik ortada, neredeyse savaş çıkacak. Dolayısıyla milli duygularımızın kabardığı bir dönemden geçiyoruz. Tam böyle bir dönemde bu reklam... Reklamın yayınlandığı akşam o gazla neredeyse Suriye'ye girecektik !

         
        Bundan yaklaşık 10 yıl önce de böyle olmuştu. Irak'ta askerlerimizin başına çuval geçirilmişti. Bunu kaldıramamış, çok kızgın bir Türk halkı vardı. Tam o dönemde Cola Turka'nın lansman reklamı yayınlandı. Reklamda, Cola Turka içen Amerikalılar adeta Türkleşiyor. Türk gibi muhabbet edip, Türk gibi davranıyorlardı. Bu reklamın arkasındaki isim kimdi dersiniz? O dönemde Y&R Reklamevi'nin başkanı olan Serdar Erener olmasın sakın!

         Buna şaşırmamak gerek aslında. Bence ve bu işe kafa yoran birçok insana göre Serdar Erener, Ali Taran, Hulusi Derici gibi isimler Türk toplumunu çözmüş kişilerdir. Milliyetçilik bu toplumda her zaman iş yapar. O yüzden Serdar Erener, "pozitif milliyetçilik" olarak tanımladığı bu tür işleri yapmaya devam edecektir.





4 Eylül 2012 Salı

CEM YILMAZ'IN "İŞ"İ



          İtiraf edelim, en beğenmeyenlerimizin bile bir miktar hoşuna gitmiştir Cem Yılmaz'ın son (daha doğrusu ilk!) İş Bankası reklamı. İlk izlediğimde oluşan ön yargım hemen kırıldı ve izledikçe reklamı daha çok sevdim. Reklam, görsel açıdan o denli keyifli ki, o akıcılığı 2 dakika 13 saniyelik bir reklam filminde yakalamak gerçekten maharet isteyen bir iş. Özellikle sahne geçişlerindeki profesyonellik beni çok etkiledi. Bu yüzden her şeyden önce, benim fakültemden (Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi) mezun olmasından dolayı gurur duyduğum reklamın yönetmeni Bahadır Karataş kocaman bir tebriği hakkediyor.

          Reklam yazarlığı açısından ise bence derslik bir metin. Her kelime özenle seçilmiş, üzerinde uzun uzun düşünülmüş. Kolay değil, Türkiye'nin en büyük bankasının 88 yıllık tarihi anlatılıyor. Bütün detaylara değinmek elbette zor ama müşteriye saygı, üreticiye destek, Şişecam gibi detaylara çok hoş değiniliyor.

           Büyük markalar, hele de köklüyse; tarihini pazarlar! Tarihlerindeki detaylar, onu bugünlere taşıyan kilometre taşları hep ilgi çeker. Coca Cola'nın tarihini dinlemekten bıktık neredeyse ama Coca Cola bununla övünmekten asla vazgeçmiyor. Ülkemizin en önemli ve en eski kurumlarından olan Türkiye İş Bakasının da tarihini öne çıkarması oldukça anlamlı ve başarılı.

           Amma velakin, son sözüm Cem Yılmaz'ı mal bulmuş mağribi gibi her reklamda kullanmaya çalışan markalara. Şu an gözünüzü kapatın ve Cem Yılmaz deyince aklınıza gelen markayı söyleyin desem? Cevaplar şöyle olacaktır: İş Bankası, Türk Telekom, Doritos, Opet, Telsim... Aklıma gelmeyenler de vardır eminim. Bu çoklu cevaplar, markalara zarar verir. Bu denli önemli bir celebrity, tek bir markayla özdeşleşmeli. Parası neyse verilmeli ve en azından uzun bir süre başka bir markanın reklamında oynaması yasaklanmalı. Bakınız, Britney Spears, Pepsi'nin reklam yüzüyken magazinciler tarafından Coca Cola içerken görüntülendiği için Pepsi tarafından anlaşması derhal sonlandırıldı. El alem bu konularda çok ciddi. Çünkü, celebrity'nin marka algısına katacaklarını ve ondan götüreceklerini çok iyi biliyorlar. Tüketicinin kafa karışıklığı yaşaması bir marka için kabustur. O yüzden tek celebrity=tek marka...

          Not: İlgilenenler için reklam metni ve künyesi, hala izlemeyenler varsa diye bir de reklamın videosu aşağıdadır...



Set Görevlisi – Servet Bey hazırız efendim


Cem Yılmaz – Allahım beni mahçup etme. İlk lafım neydi. ( herhalde bu İş Bankası açıldığında ilk düşünülen ve söylenen laftı – “Mahçup olmamak, bu işin altından kalkmak”


2. Set Görevlisi – Günaydın Türkiye


Cem Yılmaz – Hah, Günaydın Türkiye.


88 saniyede halletmemiz lazım. Aksiyon beyler. Pür dikkat istiyorum. Yavrum klaket.


3. Set Görevlisi – Dış sahne, sahne 1


1. Bölüm başlar:


Cem Yılmaz- Günaydın Türkiye. Bugün iktisadi hayatımızda yepyeni bir banka var, Türkiye İş Bankası.


Bu pırıl pırıl insanlar şu anda tam dört şubede sizlere hizmet veriyor.


Bankamıza gelirken önünüzü iliklemenize gerek yok. Müsade edin onu biz yapalım. Şükrü Bey… ( hep eğilen, hürmet edene – eğilen ve saygı duyan bir banka)


Bugün memleketimizde en büyük teşebbüsten, en küçük tasarrufa kadar hayalleri olan insanımızın yanında kim olsa beğenirsin. ( yatırımları destekleyen – bireysel tasarrufları değerlendiren)


Çocuk- İş Bankası


Cem Yılmaz- Aslan parçası


Şöyle izah edeyim… (1. bölüm biter)


Cem Yılmaz- Bu memlekette çalışıp üreten insanlar var. Hayırlı olsun.


Kolay gelsin. Önemli olan içimizdeki cevheri ortaya çıkarmak ve onu bir kuyumcu titizliğiyle işlemek.


Bu uzun soluklu bir iş.


Bugünden yarını ilmek ilmek dokumak ve büyümek. Ellerinize sağlık.


( işte size üç dilek – hayırlı olsun, kolay gelsin, ellerinize sağlık. kültür kodumuzu yansıtan, bu açıdan da son kullanıcının diliyle ona seslenen)


Cem Yılmaz- Kaç olduk naci?


Naci- 56


Cem Yılmaz- Koş koş


Biz beraber büyümek isteyen bir aileyiz. Hayallerimiz ortak, bugüne ve yarına dair.


Hayallerimizin gerçek olduğu huzurlu bir yarından bahsediyorum.


İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.


Gelecekte ne olacağını kim bilebilir ki!


Belki ilerde uçan insanlar olacak yada daha fazlası.


Velhasıl yarın Türkiye bir gün daha büyüyecek.


“Önünde hayalleri yanında İş Bankası”


Set Görevlisi – Stop!


Cem Yılmaz – Açıl yavrum roket yakmasın


Bravo çocuklar.


İş Bankası Görevlisi- Servet Beycim İş Bankasının ilk reklam filminde harikalar yarattınız. Bence bu film 88 sene konuşulur.


Cem Yılmaz- Aman efendim estağfurullah. Memlekete bir faydamız olsun, biz konuşulmasak da olur.


88 olduk mu Naci?


Dış ses- Türkiye’nin bankası 88 yaşında.


Reklam Ajansı: Media Turgul DDB
Reklamveren: Türkiye İş Bankası
Reklamveren Temsilcileri: Suat Sözen, Zeynep Yapar
Yaratıcı Grup: Cem Yılmaz, Kurtcebe Turgul, Talha Yüksel, Mert Kunç, Eser Yazıcı, Elif Özüdoğru
Müşteri İlişkileri: Yiğit Kariş, Zeynep Begüm Derinöz
Ajans Prodüktörleri: Gülengül Arlıel, Evrim Saraçoğlu
Prodüksiyon şirketi: Filmpark
Yönetmen: Bahadır Karataş
Müzik: Jingle House
Medya Ajansı: Carat
Kullanılan Mecralar: TV, sinema, basın, internet
Prodüksiyon: Filmpark
Yönetmen: Bahadır Karataş
Prodüktör: Mete Özok
Line Producer: Oğuz Ongun
Görüntü Yönetmeni: Suat Kutluğ
Prodüksiyon Amiri: Mehmet Seçen, Alper Evirgen
Prodüksiyon Ekibi: Serhat Özcan, Emir Arpacı, Ercan Erden,Adem Kuzey
First AD: Aslı Sağ
Yönetmen Asistanı: Mehmet Çelebi, Nazlı Güner, Koray Ağzıyağlı
Sanat Yönetmeni: Zafer Kanyılmaz
Editör: Sezer Uçar
Ses Tasarımı: Burak Topalakçı / Durul Seren
Post Prodüksiyon: Sinefekt
Görsel Efektler: Kuban Altan / Alper Oktay / Arda Kutlu
Post Prodüksiyon Amiri: Coşkun Özgül
Renk: Jasper A L Taylor
Illüstratörler: Ethem Onur Bilgiç, Hakan Küçükyılmaz, Selçuk Ören, Mert Tügen 















* Senaryo için kreatifdirektör.com'a teşekkürler.




8 Ağustos 2012 Çarşamba

İSTANBUL’A DAİR




            Karışık. Çok karışık bir şehir. Kendi içinde bir düzeni var tabi ama buna düzen denirse. Caddeleri karışık, sokakları karışık, insanları karışık. Tamam kozmopolit bir şehir anladık ama sosyoekonomik sınıfların bu kadar içiçe geçtiği, bir çayın 5 TL olduğu cafe ile döner ekmek+ayranın 3.5 TL olduğu dönercinin yanyana olduğu başka bir şehir yoktur heralde. Dolayısıyla en zengin insanıyla en fakir insanının yanyana mekanlarda takıldığı başka bir şehir de nadir bulunur. Neredeyse her sokakta çöpçüler, dilenciler, tinerciler cirit atıyor. İnsanları rahatsız ediyorlar. Dünyanın başka hiçbir büyük şehrinde bu duruma bu kadar yoğun bir şekilde müsaade edileceğini zannetmiyorum. Bu şehri idare edenlerin bunu engellemeye ya gücü yetmiyor ya da bunu engellemek istemiyorlar. Tuhaf olan artık insanların bu karmaşayı kanıksamış olmaları. En azından öyle görünmeleri. 3 haftadır buradayım, İstanbul’un bir çok yerini arşınladım. Mutlu insanlar göremedim. En nezih semtte bile, bu şehirde yaşamaktan yorulmuşluk hali insanların yüzlerinden okunuyor.

            Sonra bu şehir çok pahalı. Gereksiz pahalı. Bilemiyorum belki de insanların maaşları da ona göre fazladır. En azından özel sektörde. Ancak memur maaşları Türkiye’nin her yerinde aynı. Kayseri’deki bir memur, maaşıyla gayet rahat yaşayabilirken İstanbul’daki memur aynı maaşla sürünüyor. Bu büyük bir haksızlık bence. Hele öğrenciler burada nasıl geçiniyor anlamak mümkün değil. Sınırlı parayla İstanbul’da 4-5 yıl üniversite okuyan bir öğrenciye ülkenin ekonomisini teslim etsek cari açık sorunumuz kalmaz!

            Belediyeler bu şehri boşvermiş. Büyükşehir belediyesinin otoyol kenarlarındaki çiçeklendirmeleri dışında şöyle adam gibi bir çevre düzenlemesi olan, bankları eskimemiş, demirleri paslanmamış bir park göremedim. Beşiktaş sahilde çiçek dikilebilecek kocaman alan 3 haftadır toprak halde duruyor. Kimbilir kaç aydır o vaziyette. İnsaf artık. Boğaza baksın insanlar ne yapacaklar çiçeği böceği diye düşünüyor heralde belediye?

            Bu şehirdeki trafik insana cinnet geçirtir. Hep duyuyordum bunu ama 10 dakikalık yolu 1 saatte gidince anladım bunu. Çok fazla otobüs var, belki bu yüzden belki de insanların metrobüsü tercih etmesi nedeniyle otobüslerde aşırı bir kalabalık görmedim. Ama o metrobüs duraklarında her sabah gördüğüm kalabalık bana mahşer yerini hatırlatıyor. Bu insanlar metrobüsten önce ne yapıyorlarmış?

            Bunca olumsuz özelliğine rağmen İstanbul yine İstanbuldur. Boğaz havasında tazelenip, Cihangir’in ara sokaklarında yeni yerler keşfedebilirsin. Boğazdaki gemilere kendi çapında kılavuzluk etmeye çalışan martıları seyredip gülümseyebilirsin. Aradığın her filmi, kitabı, cd’yi kolayca bulabilirsin. En güzel sergilere gidip, en iyi tiyatro oyunlarını seyredebilirsin.

            Tüm bunları yapmak için ve kaliteli bir hayat sürmek için iyi bir gelire sahip olunmalı bu şehirde. Ancak o zaman İstanbul’un tadı çıkabilir. Yoksa İstanbul ,sürünmek için çok gereksiz bir şehir.

26 Temmuz 2012 Perşembe

TEMBEL AJANS, SAF MÜŞTERİ VE BAYIK BİR KLİŞE



             Yaklaşık 2 ay önce, Çamlıca Gazoz'un Grey İstanbul'a verdiği brief, final ödevi kapsamında yaratıcı çalışmalar yapmamız için hocamız tarafından bizlere verildi. Brief kısaca şöyleydi; Çamlıca gazoz, çok köklü ve efsane bir marka, özellikle orta yaş ve üstü kesimin onunla çok güzel hatıraları var fakat gençler tarafından bilinmiyor. Bilinse de tercih edilmiyor. Çamlıca gazoz'un gençler tarafından bilinmesini ve tercih edilmesini sağlayacak yaratıcı işler yapılması isteniyor...

             Brief'i elimize aldığımızda, bu işin tam anlamıyla "aklına gelen ilk şeyi yapma" türünde bir iş olduğuna karar verdik. Klişelere kaçmaya çok elverişli bir işti fakat klişenin asla işe yaramayacağı bir işti de aynı zamanda. Hedef kitlemiz gençlerdi. Gençlere ait kalıplaşmış yargılar son yıllarda fazlasıyla çiğnenmiş bir sakızdı. O sakızı bir daha çiğneyerek gençlere ulaşılamayacağını düşünüyorduk. Biz, bu düşüncelerle bazı işler yaptık. Hocamız tarafından beğenildi, yarışmaya yollandı vs. Konumuz bu değil. Konumuz Grey İstanbul'un aynı briefle yaptığı gerçek reklamlar.

             Bu reklamlar hem tv'de, hem de sosyal medyada bir süre döndü. Reklam serisinde, 3 karakter var: Mc Feza, Marjinal Melike, Atarlı Taylan. Bir rapçi, bir tiki ve geveze bir tip. Ajans bu tipleri niye seçmiş olabilir? İki ihtimal var. Birincisi, bu ülkedeki gençlerin çoğunluğunun bu tiplerden oluştuğunu düşünüyorlar, dolayısıyla onlara kendilerini gösteriyorlar. Peki Türkiye'deki gençleri çoğunluğu böyle gençlerden mi oluşuyor? Hiç sanmıyorum. Hatta bir çok genç, fakültede, cafede, sokakta gördüğü bu tiplerle genelde dalga geçer. Böyle tipler vardır evet. Ama azınlıktır. Onları Bebek'te, Nişantaşı'nda, Bağdat caddesinde bolca görebilirsiniz. Ama Türkiye'deki genç nüfus popülasyonunun yüzde kaçını oluştururlar? En kritik soru; bu tarz bir reklamla ağzınızla kuş tutsanız böyle tiplere cola, bira, fanta vs. yerine gazoz içirebilir misiniz? Üstelik Shweppes de değil Çamlıca gazoz! Ajansın, bu tipleri seçmesinin ikinci nedeni de gençler arasında bu tiplerin sempatik görülmesi ve gülünmesi olabilir. Bu doğru bir tespit mi acaba? Bence değil. Böyle olanlar olabilir ama o zaman öyle orijinal ve fenomen olabilecek tipler bulacaksın ki reklam olay olacak. Öyle cast ajansından rastgele seçilmiş oyuncularla bu iş olmaz.

            Sonuç olarak bu kampanyayı başarısız buldum. Ajansın tembellik yapıp kolaya kaçtığını ve müşteriyi de "Bakın gençler artık böyle, reklamlarda da kendileri gibi tipleri görmek istiyorlar. Gençlere yönelmek için onlar gibi gözükmek lazım." deyip ikna ettiğini ve saf müşterinin de 66 yıllık bu köklü markayı zedeleyeceğinden habersiz buna onay verdiğini düşünüyorum.

            Reklamı izlemeyip bu yazıyı okuyanlar için 3 reklam filmini de aşağıya yerleştiriyorum. Reklamda tek bir doğru yoktur. Benim beğenmediğimi başkaları beğenebilir. Ayrıca reklamın künyesini paylaşmakta da fayda var.



















Reklamveren: Ülker /İçecek Grubu/ Çamlıca
Marka Sorumlusu: Arzu Gökalp, Gökhan Doğan, Emine Tutaş
Yaratıcı Ajans: Grey İstanbul
Kreatif Direktörler: Ergin Binyıldız, Engin Kafadar
Kreatif Grup Direktörü: Erdinç Mutlu
Kreatif Ekip: Önder Bayraktar, Kadir Özdemir, Caner Apaydın, Çetin Yıldız
Müşteri İlişkileri: Elifsu Serin, Ömer Üstündağ
Stratejik Planlama: Kayansel Kaya, Nihan Temiz
Ajans Prodüktörü: Onur Mis, Selim İpek, Ege Yaşar
Yönetmen: Bülent İşbilen
Prodüksiyon Şirketi: Dinamo İstanbul


24 Temmuz 2012 Salı

KEŞKE BEN YAZSAYDIM DEDİĞİM SLOGANLAR



       

         Zaman zaman, dikkatimi çeken, hoşuma giden sloganları not alırım. Çoğu zaman ilham verirler. Bunların bazılarını burada paylaşacağım. İşte "keşke ben yazsaydım" dediğim sloganlara örnekler;

       - Kia Sportage : Sizi güç kullanmaya teşvik ediyoruz.

       - Vakıfbank: Halden anlayan banka.

       - Anadolu Jet: Uçmayan kalmasın.

       - Lezita: (Araçların üzerinde) Lezzete yol açın.

       - Sek: Tazelen'sek.

       - Tetra Pak: İyi olanı korur.

       - Mercedes Benz: The best or nothing.

       - Hyundai: New thinking, new possibilities.

       - Lipton: Positive drinking

       - Panasonic: Ideas for life.

       - Doğuş Çay: (Reklam filminde) Bu güzellik, bu doğallık, bu özgünlük tamamen doğuştan.

       - Dacia: Kolay ulaşırsın, zor vazgeçersin.

       - Head&Shoulders: (Reklam filminde) Kazanmak, kafada başlar.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

REKLAMIN 3 DEHASI



        Her meslekte olduğu gibi reklamcılıkta da efsane olmuş, bu işi yapanların idolü haline gelmiş insanlar vardır. Yüzde 80'i yaratıcılığa dayalı olan ve kişisel beğenilerin çok önemli rol oynadığı bu meslekte herkesin farklı bir idolünün olması çok doğaldır. Ben, yazımda kendi 3 idolümden bahsedeceğim. Deha ile yaratıcılık arasındaki ince çizgi nedeniyle onları reklamın 3 dehası diye adlandırıyorum:

        1) William Bill Bernbach

        2) Leo Burnett

        3) David Ogilvy

        Genç bir reklamcı olarak Mad Men dönemi nedense oldukça ilgimi çekiyor. 1960'lı yılların başından başlayan bu dönem 70'li yıllara dek devam eder. Sektörün henüz taze olduğu bu yıllarda, reklamcılığın tabiri caizse kitabını yazan Bernbach, Burnett ve Ogilvy o dönemde yaptıkları işlerle hala dehalarına hayran bırakıyorlar.

       Bill Bernbach; DDB'nin B'si. Onun için 1. yaratıcılık dönemi olarak adlandırılan 1960-1970'li yıllarda sektörün lideridir desek yanlış olmaz. Kışkırtıcı ve kural tanımaz bir kişiliğe sahip olan Bernbach reklamın mizahi ve yalın bir dili olması gerektiğini savunmuştur. Bernbach'a göre reklamcılık "ikna etmek"tir. İkna etmek ise bilim değil sanattır. Onun en büyük esin kaynağı şiirlerdi. Ona göre şairler, "gerçekler dünyasından düş gücü ve fikirler dünyasına atlayan devlerdi."


                                        

        Bernbach, tüketiciyi insan yerine koyar ve reklamın insanın hoşuna gitmesi gerektiğini düşünür. Onun reklamlarında her zaman mizahi bir yalınlık görürsünüz.

        Bütün reklamcılık okullarında adeta ders olarak okutulan meşhur Think Small kampanyası onun büyüklüğünü anlatmak açısından yeter de artar bile. 1959 Amerikası'nda kocaman, dev arabalar popülerken onun Volkswagen Bettle'ı, namı değer Vos Vos'u bir şekilde insanlara sevdirmesi ve satması gerekiyordu. O, her deha gibi olaya bambaşka bir açıdan yaklaşmış ve "Think Small" demiştir. Bu kampanya, gelmiş geçmiş en başarılı reklam kampanyalarından biri olarak kabul görür. Benim kişisel listemde ise 1 numaradadır.


        Araba kiralama sektöründe sıradan bir marka olan Avis için "Biz 2 numarayız. Bu yüzden daha çok çalışıyoruz" kampanyasını yaparak, olaya başka açıdan bakmanın müthiş bir örneğini daha sergilemiştir.
                                     
        Bernbach'ın her reklamcı için altın değerinde bazı öğütleri de vardır:

        "Mucize üründedir." (Reklam ne kadar şahane olursa olsun ürün kötü olduktan sonra o iş yaş demenin bir versiyonu... Bunu ben de derim ne var diyebilirsiniz ama o bunu 50 yıl önce söylemiştir)

        "Ne kadar yetenekli olursanız olun, var olmayan bir özelliği yoktan yaratamazsınız. Böyle davranırsanız, bunun sahte olduğu zaten ortaya çıkar."

        "Hayat aptallarla çalışmak için çok kısa." (Ne dersiniz, her meslek için uygun bir söz değil mi?)

        "Kamuoyunu ölçmekle o kadar meşgulüz ki, onu şekillendirebileceğimizi unutuyoruz. İstatistikleri dinlemekle o kadar meşgulüz ki, onları yaratabileceğimizi unutuyoruz." (Üstat burada Stratejik Planlamayı biraz hor görse de haksız sayılmaz.

        "İşimiz ölü gerçekleri hayata döndürmek"

        "Beyin, tıpkı bir pençe ya da sivri bir diş gibi hayatta kalmaya hizmet eden bir organdır. Bu nedenle de doğruyu değil avantajlı olanı arar. mantık ve analiz fikirleri kısırlaştırır ve onları durağan kılar. Bu durum tıpkı aşka benzer. Ne kadar analiz ederseniz o kadar hızlı kaybedersiniz."

        "Dikkat çekecek harika bir fikrim var: Gelin doğruyu söyleyelim." (Benim favori sözüm.)

        Bernbach 1982 yılında arkasında efsane reklamlar, büyük bir ajans ve reklam tarihine altın harflerle kazınacak öğütler bırakarak vefat etmiştir. İsteği üzerine mezar taşına "He made differance." yazılmıştır.

        Leo Burnett; reklamcılıkta Chikago ekolünün öncüsüdür. Reklamlarında ünlü kullanımından çok sıradan insanları kullanmayı tercih etmiştir. Bu yönüyle reklamcılığa yeni bir boyut getirmiştir. Leo Burnett reklamcılığı; birbiriyle bağlantısı olmayanlar arasında bağlantı kurmak olarak açıklar. O, fazla iddialı olmadan daha direkt olmaya, aşırı duygusallığa kaçmadan sıcak olmaya çalışan bir reklamcıdır.

        Leo Burnett, 5 Ağustos 1935 tarihinde, sadece 3 çalışanı ve 3 müşterisiyle ilk ofisinin kapılarını Chicago’da açtı. Üstelik ekonomik krizin tam ortasında... Ajansın resepsiyonunda bir kase elma ile karşıladı konuklarını Leo. Ekonomik kriz ortamında ajansın fazla yaşayamayacağını düşünenler, bu bir kase elmaya bakıp Leo Burnett’in elmaları ikram etmek yerine çok yakında sokakta satmak zorunda kalacağını söylediler. Ama bu düşünceleri doğru çıkmadı. Hem de 1935’ten bu yana... “İstisnasız dünyanın en iyi reklamını üretmek” prensibinden asla vazgeçmeyen ve her zaman büyük düşünen Leo Burnett, yarattığı markalarla kısa zamanda Amerika’da ve ardından dünyada adını duyurdu. Marlboro Man, Tony The Tiger, Pillsbury Doughboy ve daha pek çok markanın ölümsüz ikonunda Leo Burnett’in imzası var… Bugün Leo Burnett reklam ajansı, 83 ülkede 93 ofis ve 8000’den fazla çalışanıyla dünyanın en büyük reklam hizmetleri ağından biri.
                                           

        Leo Burnett'ın kuşkusuz en başarılı kampanyası Marlboro Man'dır. Bir kadın sigarasını bu denli dönüştürerek reklam tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı işlerinden birine imza atmıştır.
                    
        Bugün dünyadaki bütün Leo Burnett ofisleri onun anısına elmalarla doludur.
                                  

          Üstadın bir sözü şöyledir: "Bilgi ya da deney, kendini anlatabilme yeteneğinden ve düşüncelerini inandırıcı bir dile dönüştürebilme becerisinden daha önemli değildir. Bilgi nasıl olsa edinilir."

          David Ogilvy; 1911-1999 yılları arasında yaşamış, iskoçyalı, Ogilvy&Mather reklam ajansının kurucusu efsane reklamcıdır. Dove'yi bugün dünyanın en çok tanınan ve satın alınan sabunu yapan kişi olarak bilinir.

        


        Ogilvy yıllarca çok farklı işler yapmıştır; Pariste bir restoranda aşçılık yapmış, mutfak şefi olmuş, İngiliz istihbaratında ajan olarak çalışmış, İkinci Dünya savaşı sonrasında çiftçilik yapmış, kapı kapı gezip fırın satmış. En sonunda satıştan ve reklamdan çok iyi anladığını farketmiş ve kendine bir ajans kurmaya karar vermiştir. 

        1935 yılında bir fırının satış temsilcisi olarak işe başlayan Ogilvy'nin, bu alandaki tecrübelerinden yola çıkarak yazdığı bir yazı çoğu kişi tarafından "şimdiye dek yazılmış en iyi satış el kitabı" olarak tanımlanır. Kendisi, yıllarca kapı kapı gezip fırın satmasa reklamcılıkta bu kadar başarılı olamayacağını ifade etmiştir.           

        David Ogilvy'nin 1960 yılında gazetelerde çıkan bir ilanı, onun reklam dehasını anlatan en önemli örnektir. Orada yazdığı kurallar 52 yıl sonra hala değerinden hiç bir şey kaybetmemiştir.


                                

        Reklamcılık Vakfı Yayınlarından çıkan, çevirisi Haluk Mesci tarafından yapılan "Bir Reklamcının İtirafları" her reklamcının ve reklamcı adayının mutlaka okuması gereken bir kitaptır. Ayrıca onu anlatan The King Of Madison Avenue, Confession of Advertising Man gibi başka kitaplar da mevcuttur.

                                     

        Üstat aforizmalarıyla o kadar ünlüdür ki, burada sözü kesip o meşhur aforizmalarını aktarmak istiyorum.

       "Asla kendi ailenizin okumasını istemeyeceğiniz bir reklam yazmayın."

       "Yeni bir müşteri kazanmanın en iyi yolu, halihazırdaki müşterileriniz için müstakbel müşterilerinizi cezbedecek reklamlar yapmaktır."

       "En önemli karar, ürününüzü nasıl konumlandıracağınızdır."

       "Eğer kimse reklamınızı okumuyor ve bakmıyorsa doğru konumlandırma bir işe yaramıyor demektir."
     
       "Yeniliği destekleyin. değişim can damarımız, durağanlık ölüm çanımızdır."

       "Biz bilginin disiplinini cehaletin karmaşasına tercih ederiz."

       "Dahilere tolerans gösterin."

       "Reklamınız büyük bir fikir üzerine inşa edilmedikçe gecenin içindeki bir gemi gibi geçip gider."

       "Etrafına kasvet saçan gamlı baykuşlardan kurtulun."

       "İnsanları ürününüzü almaya zorlayamazsınız, sadece onu almak konusunda ilgisini uyandırabilirsiniz."

       "Tüketici geri zekalı değildir, o sizin karınızdır."

                                 
        "İskoçların hep dediği gibi “çok çalışmak insanı asla öldürmemiştir. İnsanlar çok çalışmaktan değil sıkıntıdan ölürler."

        "Kimse çalışanlarına az para vererek zengin olmamıştır. Maymunları tavlamak için fıstıklara kıyacaksınız." (Biraz ağır olmuş sanki ama teşbihte hata olmaz :) )

       "Düzenli olarak fiyat kırmak tüketicinin ürüne duyduğu güveni azaltır, devamlı iskonto yapılan bir ürünün arzulanır olması mümkün mü?"

       "Metindeki her sözün bir değeri olmalıdır".

       "İnsanlar ürünü satın alır, televizyondaki reklamı değil."

       "Bazen en iyi fikirler müşteri temsilcisinden, araştırmacıdan ve diğerlerinden gelir, bunu teşvik edin, edinebileceğiniz tüm fikirlere ihtiyacınız var."