25 Aralık 2012 Salı
NEWSWEEK’İ NASIL BİLİRDİNİZ?..
Dijital’in gelenekselin yerini alması uzun zamandır tartışılan bir konu. Sosyal medya’nın on kaplan gücüne ulaştığı son 1-2 senedir kimilerine göre artık bunu tartışmak bile yersiz. Son dakika haberlerine ve gündemdeki konular hakkında kanaat önderlerinin yorumlarına sosyal medya sayesinde anında ulaşılan bir zamanda geleneksek basın artık bitmiştir çığlıkları yükseliyor dört bir yandan! Ortaya çıkan bazı gelişmeler de bu çığlıkları haklı çıkarıyor doğrusu. İşte son örnek; Newsweek. 1933 yılından beri tüm dünyada dağıtılmakta olan, Amerikan menşeili bu haber dergisi artık basılmayacak. Tamamen dijitale geçme kararı aldılar. Bir nevi teslim bayrağını çektiler. Evet, bir zamanlar Time dergisinden sonra dünyanın en çok tiraj ve reklam gelirine sahip olan dergi şu an hazin bir noktada. Peki Newsweek bu noktaya nasıl geldi?
Newsweek, ilk kez 17 Şubat 1933'te yayınlanmaya başladığında rakibi Time 10 yıldır piyasadaydı. İlk çıktığında 10 cent'ten satılıyordu ve tirajı o zaman 50.000'di. 1937 yılında "Today" dergisi ile birleşti ve News-Week olan adını da "Newsweek" olarak değiştirdi. 2003 yılında tirajı 4 milyonu geçiyordu, bunun 2,7 milyonu ABD'de dağıtılıyordu. 1980'lerin ortalarında kendisini rakiplerinden ayıran girişimlerine bir yenisini daha ekleyerek tasarımını değiştirdi ve ayrıca İngilizce dışında bir dildeki ilk versiyonunu yayınladı; Japonca Newsweek. 1990'larda bunu Korece, İspanyolca ve Rusça baskıları takip etti. Bu yıllarda derginin belirli konulara ayrılmış özel sayıları da yayınlanmaya başladı (Yılın önemli olayları vb gibi). Yine 1990'larda içeriğini yılda 4 kez CD-ROM'larla dağıtan ilk dergi oldu. 1994'te dergiye online erişilebiliyordu. 1998'de web sitesi üzerinden tüm arşivlerine erişmek mümkün oldu. Yüzyılın sonuna gelindiğinde derginin Atlantik, Asya, Avustralya ve Latin Amerika olmak üzere 4 ayrı İngilizce baskısı yapılıyordu. Ayrıca Lehçe ve Arapça baskıları da eklenmişti.
Bir çok yeniliğe imza atan ve alanında tartışmasız en başarılı örneklerden biri olan Newsweek’in tirajı 2008 yılında hala yaklaşık 4 milyondu. Ancak sadece dört yıl içinde bu tiraj eridi eridi eridi ve 1.5 milyon seviyesine geldi. Bunun sebebi Newsweek’in haber ve içerik kalitesinin bozulması vs. değildi elbette. Bunun tek bir sebebi vardı; sosyal medya. Genel olarak orta ve üst gelir segmentinde yer alan okuyucu kitlesi olan Newsweek, bu açıdan elbette şanssızdı. Çok fazla dayanamayacağı aşikardı. 1933′den beri tüm dünyada dağıtımı yapılan dergi için planlanan değişim, The Newsweek Daily Beast Company’nin kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Tina Brown tarafından The Daily Beast’in internet sayfasından duyuruldu. Kararın “baskı ve dağıtımın çetin ekonomik koşullarıyla ilgili olduğunu” söyleyen Brown, adı Newsweek Global olacak dünya çapındaki yeni bir internet sitesine ücretli abonelik yoluyla ve tablet bilgisayarlarla ulaşılacağını söyledi. Derginin aylık ipad aboneliği 2.99 dolar olacak. Newsweek son basılı sayısını 31 Aralık 2012 günü yayınlayacak. Koleksiyonerler için altın değerinde olacağına inandığım bu sayının kapağı gerçekten çok ironik. Twitter’a dolayısıyla sosyal medyaya gönderme yapılarak #LASTPRINTISSUE denilmiş.
Sonuç olarak Newsweek, basılı yayınların elektronik yayınlar karşısındaki yok oluşlarının en önemli kilometre taşlarından ve sembollerinden biri oldu. Dijital devrim önüne geleni yıkıp geçiyor, engel tanımıyor. Gazeteler/dergiler dijitalden ne kadar gelir elde edebilir? Sosyal medya karşısında ne kadar ayakta kalabilir? Bu soruların cevapları hala meçhul. Ancak benim bu sorulara bulabildiğim en mantıklı cevaplar şunlar;
- Dijital kanallara uygun içerik üretilmeli.
- Dijital kanallar iyi iç görülerle kullanılmalı.
- Bir sosyal medya kullanıcısı gibi hareket edilmeli (sağduyuyu yitirmeden)
- Sosyal medyanın güven vermeyen son dakika haber anlayışı, geleneksel medyanın daha güven veren süzgeçten geçirilerek verilmiş haber anlayışıyla tolere edilmeli.
Son not: Türkiye’de basılı gazete/dergi’nin sonu için öngörülen yıl 2036. Öyle olur mu olmaz mı? Bu da başka bir yazının konusu.
19 Aralık 2012 Çarşamba
Şu Reklam Dünyası Yalan Dünya!
Avrupa Yakası dizisi Gülse Birsel'in çıraklık eseriyse, Yalan Dünya da ustalık eseri. Tabi bence. Bir çok Avrupa Yakası hayranı, Yalan Dünya'yı beğenmeyip kıyasıya eleştirmekte. Gerçi Avrupa Yakası'nı beğenenler de homojen bir grup sayılmazlar. Ata Demirer'li Avrupa Yakası'nı beğenenler var, Burhan Altıntop'lu dönemi beğenenler var vs. Neyse konumuz bu değil. Konumuz Yalan Dünya'yı ne kadar beğendiğim, en sevdiğim dizi olması vb. de değil. Konumuz, zekasına her zaman hayran olduğum Gülse Birsel'in yarattığı harika karakterlerle reklam dünyamıza yaptığı katkılar.
Yalan Dünya, yayınlanmaya başladığı zamandan beri her zaman reytingleri iyi giden bir dizi olmasına rağmen, öyle hiç bir zaman ortalığı sallamadı. Bu toplumda bir Kurtlar Vadisi, bir Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Bir Aşk-ı Memnu etkisi yaratmadı. Ancak kendi içinde öyle karakterler yarattı ki, son bir yıldır dizinin bir çok oyuncusunu (üstelik dizideki karakterleriyle) reklamlarda seyrediyoruz.
Bu furya dizinin en parlak oyuncularından Bartu Küçükçağlayan'ın canlandırdığı Orçun karakteriyle Eti Popkek Goa reklamında arz-ı endam etmesiyle başladı. Dizide dağınık bir karakteri canlandıran Orçun ile dağınık çikolata olarak lanse edilen Canga'nın yollarının kesişmesi bence daha mantıklı bir seçenekti. Ancak Canga'nın zaten goril gibi harika bir karakteri var. Yıldızı oldukça parlayan Orçun karakterini kaptırmamak için aceleyle verilmiş bir karar olabilir bu. Belki de çok bilinçli verilmiş bir karar. Sonuçta kek, gençlerin en az tükettiği hazır gıda maddesi. Kek yemeye direnen gençleri belki Orçun tavlar.
Bence dizinin en başarılı oyuncularından biri olan eski reklam yazarı Gupse Özay'ın canlandırdığı Nurhayat Karakaş karakteri Dacia'ya büyük bir ilham vermiş olacak ki, kendisiyle uzun soluklu bir kampanya yürütmekteler. Motto'su "Kolay ulaşırsın, zor vazgeçersin" olan ve ucuz otomobiller satarak piyasada kendisine yer edinmek isteyen Dacia, derdini para ve lüks düşkünü Nurhayat ile anlatarak tüketicisini tavlamayı başardı. Bunu ben söylemiyorum rakamlar söylüyor. Kampanyadan sonra özellikle iddialı olduğu Kompakt SUV kategorisinde Dacia (Duster) ikinci sıraya yükseldi.*
Dizinin Şeyhmus Kocabaş'ı Altan Erkekli'yi bir kaç ay önce A101 reklamında görmüştük. Dizide; muhafazakar değerleri sahiplenen tipik İç Anadolu tüccarı olarak gördüğümüz Şeyhmus Kocabaş, muhafazakar değerlere sahip A101 tüketicisi için harika bir rol model bence.
Dizinin kardoları (!) Emir (Sarp Apak) ve Bora (Öner Erkan) Nescafe tarafından kapıldı. Genç ve şehirli bir kitleye seslenen, marka değer önerisi arkadaşlık olan Nescafe, bence yıllardır aradığı kalıcı reklam yüzlerini bu ikiliyle buldu. Bir ondan bir bundan anlayışıyla sürdürülen reklamlar Nescafe'ye hiç yakışmıyordu ---Belki de markanın uluslararası reklam stratejisi budur. Olabilir tabi.---
Son tahlilde, bilinçli olarak böyle etinden sütünden faydalanılacak karakterler yaratan Gülse Birsel'i, bu karakterlere can veren oyuncuları ve bu karakterlerden faydalanmayı bilen markaları tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum
* Ekim 2012 satış rakamları.
13 Aralık 2012 Perşembe
YARATICILIĞIN SONUNU İNTERNET Mİ GETİRECEK
Michael Chricton’un The Lost World (Kayıp Dünya) romanından
alınma bir paragrafı paylaşmak istiyorum.
Romanda Malcolm adlı karakter siberalem aleyhine ateşli ve
karamsar bir konuşma yapar ve herkesin birbirine bağlı olduğu bir dünyanın
yaratıcılığın, inovasyonun ve evrimin sonunu getireceğine dikkat çeker.
"Tüm dünyanın bir telle
birbirine bağlanması fikri kitlesel ölümle eşdeğerdir. Her biyolog en
hızlı evrimin tecrit durumdaki gruplarda olduğunu bilir. Bin tane kuşu
okyanusta bir adaya koyduğunuzda çok hızlı evrim geçirirler. On bin kuşu büyük
bir kıtaya koyduğunuzda evrimleri yavaşlar.Bizim türümüzde ise evrim çoğunlukla
davranışlarımız aracılığıyla gerçekleşir. Uyarlanmak için davranışlarımızı
yenileriz. Ve yeryüzündeki herkes, yenilenmenin sadece küçük gruplarda
gerçekleştiğini bilir. Üç kişilik bir heyet oluşturduğunuzda onlara bir şey
yaptırabilirsiniz. On kişiyle bu iş daha güçleşir. Otuz kişiyle hiçbir şey
olmaz. Otuz milyonla ise imkansız hale gelir. Bu kitlesel medyanın etkisidir ve
herhangi bir şeyin olmasını engeller. Kitlesel medya çeşitlilikleri bastırır,
her yeri aynılaştırır. Bangkok, Tokyo ya da Londra hepsi aynıdır: Bir köşede Mc
Donald’s, diğer bir köşede Benetton, yolun karşı tarafında Gap mağazası vardır.
Bölgesel farklılıklar kaybolmuştur. Kitlesel medya dünyasında zirvedeki on
kitap, on albüm, on film ve on fikir dışında her şey özürlüdür. İnsanlar yağmur
ormanlarındaki canlı türlerinin çeşitliliği kayboluyor diye kaygılanıyor. Peki
ya bizim en gerekli kaynağımız olan entellektüel çeşitliliğe ne olacak?
Entellektüel çeşitlilik, ağaçlardan daha hızlı yok oluyor. Ama onu hesaba
katmadığımız için, şimdi beş milyar insanı beraberce bir siberaleme
yerleştirmeyi planlıyoruz. Bu, türlerin tamamını donduracak. Her şey birden
bire duracak. Herkes aynı zamanda aynı şeyi düşünecek. Küresel tekdüzelik…"
9 Aralık 2012 Pazar
ÜNLÜ ÇEK SANTRFOR GALOŞ
Çek teminatı vermeyi bir sms kolaylığına indirgeyen İş Bankası, bu uygulamasını çok iyi bir reklam filmiyle haftalardır bizlere duyuruyor.
Bir kere hizmet mükemmel. Karşılıksız çek, özellikle küçük esnaf ve KOBİ'ler için hala büyük bir sorun. Güvensizliği ortadan kaldırmak için araya Türkiye'nin en büyük bankalarından birinin girmesi bütün sıkıntıyı çözer. İş Bankası'nın yaratıcı ajansı Medina Turgul DDB, bu işi anlatmak için mizah yolunu seçmiş. Ama bence gayet stratejik bir mizah yolu bu. Hedef kitlenin küçük esnaf ve KOBİ'lerden oluşan erkekler olduğunu dikkate alırsak reklamdaki hikaye daha da cazip hale geliyor.
Reklamda, kullanılan Çek santrfor esprisi çok hoş. Taraftarına şirin gözükmek amacıyla transfer yaptığı çok belli olan tipik Anadolu Kulübü Başkanı tiplemesi de takdire şayan. Fakat bence reklamdaki en iyi cast Çek santrforun tercümanını oynayan kişi. "Çek kabul etmiyor" cümlesini arka arkaya iki kere söyleyişi harika. Zaman kazanmak için bazı şeyleri tekrar edip duran tercüman esprisini yakalayan reklam yazarını da unutmamak lazım tabi. Başından sonuna mizah dolu reklamın son sahnesinde top bile sektiremeyen Galoş'u hayal kırıklığıyla izleyen kulüp başkanının mimikleri de altın vuruşu yapıyor. Usta reklam yönetmeni Umur Turagay'ın oyunculuk yönetimi de reklamı baştan sona sıkılmadan izlememize olanak tanıyor.
Bu reklamın stratejisi için yapılabilecek belki de tek eleştiri, böyle USP (Uniqe selling proposition) sahibi bir hizmeti mizahi bir yolla anlatıp değerini düşürme ihtimali olabilir. Fakat ben bu eleştiriyi bile içime sinerek yapamıyorum.
Ajans: Medina Turgul DDB
Yapım Şirketi: PTT Film
Yönetmen: Umur Turagay
Sanat Yönetmeni: Burak Yerlikaya
4 Aralık 2012 Salı
BU MUDUR TURKCELL STYLE?
Uzun zamandır merak içindeydim, aylardır dünyayı kasıp kavuran, adeta 90'lardaki Macarena etkisini yeniden yaşatan, Koreli'lerin dünyaya armağanı (!) Gangnam Style parçasını hangi güzide markamız reklamında kullanacak acaba diye? Sonunda o güzide markamızı öğrendik; Turkcell...
Ben bu şarkının hep bir hazır gıda ürünüyle birlikte güzel gideceğini düşünmüştüm, hala da fikrim değişmedi. mesela bir Eti Canga'ya çok daha yakışmaz mıydı bu şarkı. Tabi bu şarkının telif hakkını almak da öyle her markanın harcı değil. Madem bastın parayı aldın telif hakkını, biraz daha özenilseydi keşke.
Turkcell, genel imaj ve promosyon reklamlarını Alametifarikaya, Gençturkcell reklamlarını Manajans'a, Hazır Kart reklamlarını ise Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi'ye yaptırıyor. Bu da bir Hazır kart reklamı olduğundan, yaratıcı ajansı Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi. Hazır Kart'ın hitap ettiği düşük sosyo ekonomik statü sahibi kitle göz önüne alınarak, işin estetik kısmına pek özenilmemiş. Berbat giyimli bir adam, disco gibi bir ortam, ne yaptığı belli olmayan manken kızlar vs. "Şarkı olsun da gerisi önemli değil. Millet şarkıyı dinlemekten o detaylarla mı ilgilenecek" havasındalardı muhtemelen. Madem öyle neden mesajını, promosyonunu şarkının sözlerine yediriyorsun? Şahsen ben müziğin ritmine takılmaktan, o sözlere pek adapte olamadım. Benim gibiler de anlasın diye sözleri altyazıyla da vermişler gerçi sağolsunlar. O zahmete girip okursam mesajı alırım inşallah!
Daha sivri bir tip söylemeliydi o şarkıyı. Çok fazla ünlü olması da gerekmezdi. Ama öyle bir tip olmalıydı ki kendine dikkati çeksin, insanları konuştursun, günlerce gazetelerin magazin eklerinde hakkında sabun köpüğü haberler yapılsın, Hürriyet Pazar'da Ayşe Arman onunla röportaj yapsın... Bu açıdan bakınca tam Alametifarikalık bir işmiş aslında. Hatta paraya iyice kıyıp, şarkının orjinalini söyleyen Kore'li abimizi oynatacaktın. Adam zaten dansı yapmaya alışık. Çekimi 1 gün sürerdi, gecesine Beyaz Show'a katılırdı. Ertesi sabah Swiss Hotel'den ayrılıp dönerdi memleketine. Biz de 1 hafta onu konuşurduk.
Geçti artık. Bu şarkının Türkiye'de tek atımlık bir barutu vardı, o da Turkcell tarafından böyle etkisizce kullanıldı. Kişi başına 12,3 geyik malzemesi düşen sosyal medyada bile yeterince üzerinde durulmadı.
Geçmiş olsun. Önümüzdeki hit şarkılara bakacağız artık...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)