11 Şubat 2013 Pazartesi

Reklamveren karar versin. Suya yazı yazmak mı? Yoksa…




         66 yaşına geldiğimizde çoğumuz yaklaşık 2 milyon dolayında televizyon reklamı izlemiş olacağız. Zaman hesabıyla bu, altı yıl boyunca haftanın yedi günü, günde sekiz saat reklam izlemeye eşdeğer. Yani içimiz dışımız reklam olmuş. Bunun getirdiği sonuçlar hepimizin malumu. İnsanlar reklamları her geçen gün daha az ilgiyle izliyor. 30 yıl önce, ne yayınlansa ilgiyle izlenen televizyon yok artık. Bu yeni bir şey değil, uzun zamandır yok. 2002 yılının Media Cat dergisini karıştırırken şöyle bir cümleye rastlamıştım; “Türk halkı televizyon reklamına doymak üzere.” Yıl olmuş 2013. Doymuş mu, kusmuş mu siz karar verin artık.

         1965 yılında sıradan bir tüketici izlediği reklamların yüzde 34’ünü hatırlayabiliyordu. 1990’da bu oran yüzde 8’e indi. 2007’de AC Nielsen, 1000 tüketici arasında telefonla yaptığı bir araştırmada, ortalama bir kişinin o ana kadar izlediği bütün reklamların yalnızca yüzde 2.21’ini anımsayabildiğini saptadı. Korkunç rakamlar bunlar. Tercümesi şu, reklamcılar olarak suya yazı yazıyoruz. Tüketici reklam izlemiyor demek belki çok keskin bir kanaat olur, fakat şunu söylemek çok mümkün; izleyenler hatırlamıyor. Bu çok daha hayati bir mesele. Youth Republic kurucu başkanı Serhat Gürcü’den dinlemiştim, öğrenci evlerine kamera yerleştirip onların hareketlerini gözlemlediklerini anlatırken, öğrencilerin TV’de reklam varken, başka işlerle uğraştıklarını (tweet atmak, şınav çekmek vb.) söylemişti. Bu sırada yetişkinler de yüksek ihtimal çay koyup, çamaşır asıyor olabilirler.

         Sorun tüketicilerde mi peki? Yoksa insanları yerine mıh gibi oturtacak reklamlar yapamayan reklam sektöründe mi. Yoksa riske girmek istemeyip, güvenli sularda yüzmeyi kendisine ilke edinmiş reklamverende mi? Cevap soruların içinde saklı. Televizyon, reklam pastasındaki yerini uzun yıllardır düzenli bir şekilde kaybediyor. Ancak hala birinci. Orta vadeye kadar da öyle kalacak gibi görünüyor. Uzun vadede dijital tarafından geçilmemesi doğanın kanununa aykırı. Peki reklamveren bu sürede ne yapacak? Tek spotuna 30 Bin TL verdikleri reklamlarla suya yazı yazmaya devam mı edecekler, yoksa ellerine dolma kalemi alıp bu emektar parşömenin kıymetini mi bilecekler. Tercih onların!..

2 yorum:

  1. Selamlar,

    Bence canını sıkmamalısın. Bu ülkede çok "bedon" kafalı insan var. Bırak paralarını harcasın. Bu şekilde piyasada zayıfları silenecektir. İletişim ve Reklâm dünyası diğer sektörlerde olduğu gibi tam bir rekabetçi ortam olmadıkça evrim uzun yılları alıyor. Yıl 2013 olmuş utanmasalar taş tabletlerle reklâm sunacaklar. Sorun sadece medya seçiminde de değil içerikte berbat.

    Bu aralar yurtdışı kanalları izliyorum. Özellikle reklâmlara dikkat ettim. Sonra dedim ki bizimkilerin reklâm izletme diye bir dertleri yok. Bizle ekonomik ve demografik özellikleri bakımından benzeyen Polonya'da, bile mükemmel, yaratıcı ve izlenmeye değer reklamlar var . Özellikle Polonya beni çok şaşırttı.

    Biz de ne hikmetse içerikler çok zayıf. Şu geçenlerde yayınlanan paraf reklamını annem(ilkokul mezunu) bile izlerken diyor : bu ne saçma bir reklam!

    Ben genel olarak iletişim sektöründe dinozorların hakimiyetinden dolayı bir çürümenin uzun süre devam ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle de hem içerik ve fikirler çok kötü hem de medya planlaması berbat. Çünkü adamlar 90'lardan kalma. İstese de yetişemez 2013'e.

    Böyle de olunca da 1900'lerdeki anlayış gibi reklâmı çeker, sonra sopayla millete izletmeye çalışır. Anlayışları bu.

    YanıtlaSil
  2. Reklam; Avrupa ve Amerika'da çok daha pahalı. Türkiye'de gerçekten ucuz, o yüzden bir reklam enflasyonu yaşanıyor. Reklamveren de bu yüzden saçma sapan senaryolarla parasını savuruyor. Paraf, bunun son örneği. Umarım bu anlayışın değiştiğini kısa zamanda görürüz.

    Saygılar.

    YanıtlaSil